31 Ağustos 2014 Pazar

Adaigo


Yaşamın vişne rengi dudakları vardır sevgilim
öpüşün kadar sıcak ve tatlı
özgürlük türküleri de söylenir bu Bu dudaklarla
sevda türküleri de
vişne rengi dudakları vardır sevdanın
gülümser dudakların gibi titrek ve dokunaklı
okyanus olur sarar dünyayı
ölümün vişne rengi dudakları kimi kez
dudaklarınca içten ve inançlı
ölüm asude bahar ülkesi değildir o zaman

ölüm:
yiğit ve sevecen bir yaşamın
mutlu günlere sunulmasıdır
canlı bir gül gibi somut
ayrılık yoktur artık zaman içinden
yaşamın ve sevdanın, ölümün kimi kez de
öpüşün kadar sıcak ve tatlı
vişne rengi dudakları vardır sevgilim...


Posted via Blogaway

17 Ağustos 2014 Pazar

Tecavüz eder gibi seviştiği sözde sevgilisinin yanından ayrılıp evdeki kardeşinin sevgilisinden ayrılması ve görücü usulüyle evlenmesini şart koşan ve ölüm tehditleri savuran delikanlı görünen adama abi denir.
Karısı onun için hazırladığı yemekleri tek başına yerken fahişeye giden adama koca denir.
Pandaların doğumlarına sevinirken ölen çocukların göz yaşlarına aldırmayan insana hayvan sever denir.
Ezilen kadınları korumaya çalışırken zorla cephelere götürülen erkekleri lanetleyen kadına feminist denir.
Bir ateisti görüp “Öldürün, kafalarını kesin, toprağa gömün” diye bağıran ve peygamberin öldürmemek hakkındaki sözlerinin doğruluğunun sarsılmaz olduğunu söyleyen adama dindar denir.
Ülkesini korumak için gittiği görevlerde “acaba nasıl kaytarırım” diyen adama büyük asker denir.
Tüm sevgisiz sikişmelerin ardından vizite ücretini alıp kızını iyi bir gelecek için iyi bir okulda okutmaya çalışan kadına orospu denir.
Kısa etek giymiş 15 yaşında bir kızın kalçalarına arzulayarak bakıp evdeki kızının dar pantalon giymesine karşı gelip “sokaklar sapıklarla dolu” diyen adama baba denir.
Tüm gün diğer meslektaşlarını itin götüne sokup bozuk mal satan adama esnaf denir.
Öldürmeyi kesinlikle yasaklayıp çocukları katleden askerlere hiç bir şey yapmayan varlığa Tanrı denir.
Karşısındaki adam sırf farklı bir ırktan olduğu için küçük gören insana milliyetçi denir.
Tüm insanlara özgürlük getirmeyi vadedip nükleer füzeleri komşu devlete çeviren lidere devrimci denir.
İnsanları aç bırakan tüm yönetimleri reddeden ve hatta ateşi bol eylemler yaparken bir sera çiftliğini ateşe veren gruba anarşist denir.
Bir gün tanışacağız, arkadaşlığımızın arkadaşlık düzeyinde kalmayacağını bilerek arkadaş olacağız, sonra sevgili. Bir ay, altı ay, üç yıl. Sonra ben, bir akşam ya da sabah ya da gece yarısı, henüz sen beni terk etmemişsen tabii, herhangi bir neden belirtmeden çekip gideceğim. Çünkü veda konuşmalarını beceremem. Becerebilseydim altı sene önce evlenmiş olurdum. Nasıl ayrılacağımı tahayyül edemediğim için evlenemedim. Ama bu ayrı bir konu. (Ve sana –bir cümleye “ve” ile başlamanın ona ilahi bir ton kattığını Jonathan Safran Foer’den öğrenerek kullanmaya karar verdiğimi de belirtmek isterim– erkek dünyasının tam kalbinden bir tavsiye, bu tarz dostane veda konuşmalarını becerebilen adamlardan uzak dur lütfen. Onlar bir gece uyanıp seni kıtır kıtır kesebilecek kadar kendine güveni yerinde adamlardır. Onlar en düşmanca hislerini bile dostane biçimde ifade edebilen gerçek erkeklerdir, onlar ergen değildir. Ece Temelkuran ne güzel kadın.) Her neyse. Ve sen kendini bok gibi hissedeceksin. Haklı olarak. Ve üzüleceksin. Ve sen üzüldüğün için ben de üzüleceğim. Ama bunu çaktırmayacağım. Ve sen benim taş kalpli ve vicdansız biri olduğumu düşüneceksin. Götün önde gideni olduğumu düşüneceksin. Bu düşüncelerini bir terbiye süzgecinden geçirip smslere dökeceksin. Ve ben onları okurken şöyle düşüneceğim, “Sanırım ben bu dünyaya insanların kalbini kırmak için geldim.” Sonra bir gece saat ikide, alkollüyken telefon açıp bağıra çağıra dökeceksin içindeki bütün zehri. Ama benim kafam o an yazdığım şeyin zehriyle dolu olduğundan senin zehrinden etkilenmeyeceğim ve diyeceğim ki, “Yarın akşamüstü bir kahve içmeye ne dersin?” Ve sen de diyeceksin ki, “Yarın akşamüstü gelip seni bıçaklamama ne dersin bencil piç? Bip bip bip biiiip…” Her neyse. Dışarıda kahve içmekten nefret ederim zaten, evde yeterince içiyorum. Kahve içelim dememin nedeni, bira içip duygusallaştıktan sonra aynı döngüye tekrar başlamaktan korkuyor olmam. Sonuçta bir gün, o kahveyi barış içinde içeceğiz, havadan sudan konuşacağız, herkesin herkessiz yapabileceğini bildiğimizden (Tezer Özlü ne güzel kadın); kendimizle, o ana kadar ki bütün aptallıklarımızla dalga geçebileceğiz ve en sonunda, “Ne güzel böyle, bunu her zaman yapalım,” diyeceğiz. Masaya gelen, donmuş sümüğü üst dudağına yapışık çocuktan selpak ve bu işi sadece hayır için yaptığını iddia eden adamdan tükenmez kalem alacağız. Selpak mı kalem mi diye soracağım. Tabii ki de kalemi seçeceksin. Sonra aramızdaki sessiz anlaşmaya uyarak, bir daha bu kahve faslını hiç tekrarlamayacağımızı bilerek, ayrı yönlere gideceğiz.
Emrah Serbes
Bir kadının; regl günlerini, ayakkabı numarasını,beden ölçülerini, doğum gününü ve ona dair her şeyi bilebilirsiniz. Bu sizi iyi bir aşık yapar.
Ama saçını okşamayı bilmiyorsanız,
tam 'O benim' dediğiniz anda tekmeyi yersiniz.
Bu da sizi günün salağı yapar.
Kurtuluş'ta bir kafe. Kafede bir travesti bir fahişe. (Pardon şöyle tanıtıyor kendini: '' Elit beylere hizmet veren, seçici ve elit bir escort.'') İkisinin tam karşısında oturan ben. Önümde bir not defteri, elimde bir kalem. 
Mevzu çok basit. Genellikle her düzüşmeden sonra muhatap oldukları ''Nasıl düştün bu hayata?'' sorusuna düzüşmeden cevap vereceklerdi. İkisini de böyle bir söyleşiye ikna etmek oldukça zor olmuştu. Sınıfsal uçurumlar fuhuş sektörüne de hakim olmuş bayağı. Elit Escortu, bir travestiyle aynı masaya oturmaya ikna etmem tam olarak 53 dakika 27 saniyelik bir telefon görüşmesinin sonunda mümkün olabildi. 
Böyle bir söyleşiye neden gerek duyduğuma gelince, bundan yaklaşık bir yıl kadar önceydi. Canım biraz sıkkın. Beşiktaş meydanın köşesinde bir basamağa oturup bir sigara yakmıştım. Kaykay yapan, gençler vardı etrafta. Sonra bir çocuk yaklaştı yanıma sigara istedi. Pantolunun cebinde bir pet şişe vardı ve kemerine sıkıştırdığı hafif kirli bir bez. Uzattım paketi içinden bir dal aldı yanıma oturdu. Açıkçası çekindim biraz. ''Önyargı, bazen hayat kurtarır.'' böyle düşünüyordum o zamanlar. Neyse birkaç saat 5 6 tane tinerciyle muhabbet ettim o gün. Genel tablo; sokakta zor bir hayat ve onları sokağa sürükleyen ve sokaktakinden daha zor bir ev ve aile hayatı. Ayıkken güzel çocuklar. Kafalar güzelken kirliler. O gün bir paket sigaramı piç etmelerinden başka bir zararları dokunmadı bana ve açıkçası önyargılarımla bir içsel hesaplaşma yapmama sebep olacak anılarını paylaşarak büyükte bir iyilik yaptılar. Yaptıkları iyiliği fark etmeden.
O günden birkaç gün sonra şöyle bir karar verdim. Hayatın dibini temsil eden karakterleri içeren bir roman yazacaktım. 3 karakter seçtim. Bir tinerci, bir travesti ve bir fahişe. O günden sonra Beyoğlu'nda ve Kadıköy'de farklı tinercilerle biraz zaman geçirme fırsatım oldu. Ayık olanlarla tabi ki. Böylece ilk karakterimin hatlarını çizebilecek kadar tanıyabildim bu çocukları. Geriye travesti ve fahişeler kaldı. 
Ankara Esat'ta 2 kere travestilerle konuşmaya çalıştım. Ama o kadar vazgeçmiş, o kadar yoklardı ki anlattıkları ve dışa yansıttıkları karakterler ne kadar gerçekti? Kocaman bir soru işareti. Yani başarısız iki deneme. Fahişelerle de konuştum sonra. Bu Bentderesi'ndeki yıkılan Genel Evlerden sıyrılmış fahişelerle. Yaşları itibari ile yakın zamanda müşterisizlikten emekliye ayrılacaklarını ön gördüğüm birkaç fahişeyle. Yakın zamana kadar kapısında devletin kolluk kuvvetinin beklediği, içerisinde ödeme sonrası fiş kesilen, üzerlerinden vergi alınan genel ev fahişeleri hayata küskündü. Küsmekte değil aslında yok sayıyorlardı hayatı. Kimimiz için ana, kimimiz için baba olan devlet onların pezevengiydi. Genel manada insanları korumakla görevli olan devlet onları satıyor, penisleri koruyordu. Açık konuşmak gerekirse beni pek siklemediler. Düşüncelerimden falan bahsettim. Sonra düşününce devleti tarafından satılan, günde ortalama 5-10 erkek tarafından yıllarca düzülen bir kadının, karşısındaki; düşüncelerden önce bir erkekti ve bu kadının bir erkeğin düşüncelerini siklemesini beklemek çok saçmaydı. 
Sonra oturup eldeki verilerle 3 karakter yaratıp romana başladım. 80 sayfa civarında bir şeyler çıktı ortaya. Tinerci Ali içime sinen bir karakter oldu. Fahişe Ezgi ve Travesti Çağla/Çağrı eksiktiler. O duygu, o tını bir şeyler eksikti işte. Yazarken hissediyorsun bunu. Sonra okuyunca daha da fazla. Tüm 80 sayfayı çöpe attım ve beceremeyeceksin oğlum Ercan dedim. Siktir et! Zaman kaybı.
Geçenlerde gazete okuyorum. Bir fahişeyle alakalı bir habere denk gelince, yine bir yazma güdüsü oturdu içime. Tekrar ön çalışma yapmaya karar verdim. İşte bu ‘’Elit Escort’’ ve travestiyle görüşme fikride böyle çıktı ortaya. 
Birer kahve söyledik. Elit Escort pek konuşkan değil Travesti oldukça konuşkan. Hareketleri, mimikleri, tavırları, sesini yükselterek konuşmasıyla tüm bakışları üzerimize çekiyordu. İnsanların iğrenerek baktıklarının farkındaydım, muhtemelen benim ya gay ya da pezevenk olduğumu düşünüyorlardı. Ama ben umursamıyordum açıkçası. Ki en ufak utanmada yüzü kıpkırmızı kesilen ben… Ne garip ki Escort rahatsız oldu ya da utandı bilemiyorum. Konuşmaya evde devam etmeyi teklif etti. Travestiyi o an kaybettik işte. Benden bir makas aldı. ‘’Tatlım benden bu kadar. Yoksa bu orospunun saçını başını yolcam ha!’’ deyip masadan kalktı. Tam bir kadın tavrı ve edasıyla çantasını koluna takarken, kafasını hızlıca yana çevirip saçlarını gözlerinin önünden yanlara dalgalandırdı. Kafeden çıkıp kaldırımda tekrar bizim masanın yanından geçerken eliyle öpücük yapıp birde bana üfledi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü resmen. Tamam homofobik bir insan değilim ama her ne kadar kadınsı hormonlara sahip olsa da çükü olan bir insanın bana bu şekilde davranması bende bir iğreti hissi oluşturdu. O an yerin dibine girmeyi istedim. Bulunduğumuz ortamdaki herkese göre ben artık bir gaydim hem de aktif. Hormonları normal çalışan bir sapkın. Artık escortun teklifine hayır demek imkansızdı. 
Sonra bindik bunun arabaya. 2014 model Land Rover. Taksitle almış. Evine geldik sonra bunun. Gazi Osman Paşa’da. Dört saat falan konuştuk. Uzun uzun notlar aldım. Kendinide anlattı, gördüklerinden duyduklarından da. Zorla çalıştırılanlardan da bahsetti, kendisi gibi para için yapanlardan da. Ankara Üniversitesi mezunu. Bilgi birikimi gayet iyi. Kısaca şöyle anlatılabilir onun bu tercihi. Toplumun ahlak yapısına uyan, doğru kabul edilen yoldan ilerlemeye çalışmış zamanında, birkaç kere çelme yemiş, düşmüş sonra kolay olan yolu seçmiş. Sonra bir kızdan bahsetti. 16 yaşındayken herifin tekine aşık olmuş bu. Kaçmış adama. Adam bunu bir hafta bir güzel düzmüş. Sonra koymuş sokağa. Kız gerisin geri baba ocağına, ana kucağına… Dokuz ay sonra bir kız çocuğu doğurmuş. Kızına iyi bir gelecek kurmaya karar vermiş. Kızı kendisi gibi olmayacak. Piçin tekinin eline düşmeyecek, sonra ailesi tarafından irdenmeyecek. Kızı ayaklarının üstünde durabilecek. Bu evdekileri bir yerde temizliğe gidiyorum diye kekliyor. Haftanın altı günü sabah sekizde evden çıkıp akşam yedide geri dönüyor… O ara fuhuş… Yani kötü yolla iyi bir gelecek hayali. Pavyonlardakileri anlattı sonra. En zoru onların ki bak dedi. ‘’Bunlar yağmurdan kaçıp doluya tutulanlar.’’ ‘’Genelde istemedikleri evlilikten ve buna benzer sebeplerden evden kaçan kızlar bunlar.’’ diye de ekledi. Bu pavyondaki kızlara senet imzalatıyorlarmış. Öde babam öde. Biter elbet pezevenk insafa gelirse. Onların tek kurtuluşu kodaman, evli, orta yaş üstü bir azgın tekeyi kendine aşık edip, senetini ona ödetip metres olmak. 
Yapamadın mı? 
Memelerin sarkıp, gıdın çıkmaya başladığında, hiçbir pavyon müşterisi seni masana davet etmediği anda hop sokağa. Ne elde var, ne avuçta. Bunca yıl sikildiğinle kalırsın… Kıllı, göbekli, aç ayılara…
Her türden anlattı. Ben sordukça cevapladı. ‘’Bende soru kalmadı?’’ dedim en son. Son soruyu o sordu. ‘’Bak!’’ dedi. ‘’Burası zengin muhitidir. Tamam aşk evliliği falan filanda çok ta. Buralarda sırf parası için zengin adamlarla evlenen çok kadında vardır. Ben akşam buluşurum. Alırım paramı. Bir gece vücudumu bir adama satarım. Ama sabah olduğunda ben yine kendime aidim. O kadınlar… Yani evlendiği adama değil de, onun banka hesabındaki parasına, evine, arabasına, onun sağlayacağı lüks hayata aşık olup; o adama aşıkmış gibi davranan kadınlar sence benden daha mı az fahişe?’’
Ercan KEMENT
Kadınlar..
Çikolata yerler. Her terkedildiklerinde, eşofmanlarının içinde kaybolup, mutsuzluğa kadeh kaldırırlar. 36 beden pantolonlarına giremediklerinde iyileşme zamanı gelir. Popolarını ve burunlarını küçülttürürler. Her yaptıkları başkaları içindir. Onu beğenmeyen kocası, başkasına bakan sevgilisi, durmadan söylenen annesi. Mazoşist ruhlar. Kendi yüzleriyle asla barışamadıkları için dergi sayfalarını karıştırırlar.